“Daha Mutlu Ebeveyn-Çocuk İlişkisi için Sınır Koyma, Kuralları Belirleme”

Bugün http://www.anneysen.com tarafından İstinye Park Alışveriş Merkezi içinde bulunan Hillside City Club, Learning Center’da gerçekleşen “Daha Mutlu Ebeveyn-Çocuk İlişkisi için Sınır Koyma, Kuralları Belirleme” eğitimine katıldım.

Bu tip etkinlikleri hep kaçıran biri olarak heyecanım görülmeye değerdi. Günler öncesinden kaydımı yaptırdım ve sabırla bekledim. Beklediğime de değdi doğrusu… Benim için son derece eğitici ve kendime küçük notlar çıkardığım bir toplantı oldu. Tüm konuşmaları burada özetleyemem belki ama benim ilgimi çeken konular şunlardı;

Psikolog Tolga ErdoğanÖnce Psikoloji İstanbul’dan Çocuk ve Ergen Terapisti, Psikolog Tolga Erdoğan konuşmaya başladı. Tolga Erdoğan konuşmaya benim için en can alıcı yerden girdi; o da şimdiki çocukların ağaca tırmanmak, dağda, bayırda alabildiğince oynayabildiği enerjilerini dışarıya atabilecekleri yerlerin olmadığı gerçeğiydi. Şimdiki çocuklar ya evde ya da okullarda bir yetişkinin önderliğinde enerjilerini boşaltmaya çalışıyorlardı. Böyle olunca da ister istemez sınırlar kurallar hayırlar daha çok söylenir oluyordu. Değişen çevre şartları dolayısıyla güvensiz ve tehlikeli olduğunu düşündüğümüz bir ortamda çocuk yetiştirmenin zorluğuna da değindi Tolga Erdoğan. Bu arada tüm salona sorduğu bir soru bir durup düşünmeme neden oldu; “Çocuğumun uymasını/dinlemesini istediğim kuralların ne kadarı ihtiyacım?” “Koyduğumuz kuralların ne kadarı aslında gerçekten ihtiyaç duyduğumuz kurallar?” Bu soruyu duyduğumda bir anda gözümün önünde özellikle yorgunken karşımdaki enerji dolu minik adama “hayır” dediğim bir iki kareyi sorguladım saniyelik bir hızla. Gerçekten çoğu zaman anne babalar olarak otomatik hayırlarımız devreye giriyordu…

Daha sonra Tolga Erdoğan bence çağımızın anne/babaları için çok önemli altın niteliğinde bir öğüt paylaştı bizlerle… Ya da kendi adıma bugünden aldığım en büyük ders bu oldu diyebilirim; “Çağımızda ebeveynler çocuklarına o kadar çok manevi yatırımda bulunuyorlar ki eğer çocuk okulda ya da başka bir alanda başarısız olursa bu sefer ’emeklerim boşa gitti’ gibi bir psikolojiyle öfke duyabiliyorlar” dedi. Bunu daha önce uzman bir psikiyatristten de duymuştum. Her şeyde olduğu gibi bu konuda da dengeyi kaçırmamak gerekiyor demek ki diye düşündüm kendi kendime…

Daha sonra konu kurallara ve sınır koymaya geldi. Tolga Erdoğan “Eğer çocuklarımıza hiç kural koyamıyorsak anne/baba olarak kendi kişisel sınırlarımızı çizememişiz demektir” dedi ve şöyle devam etti; “Diğer taraftan gereğinden fazla kural koyarak çocuğa ‘sen kendi hayatını kontrol edemezsin’, ‘sen bilmezsin’, ‘senin adına her şeyin en doğrusunu ben bilirim’, ‘benim lafımı dinle ki başına bir şey gelmesin’ ” mesajını veriyorsunuz dedi. Emeklemeye yeni başlayan bir bebeği örnek vererek “onun dünyayı keşfetme arzusunu, onun iyiliği ve güvenliği adı altında kendi kurallarımızla çok sınırlandırırsak aslında onun ilk matematik dersinin boş geçmesine sebep oluyoruz demektir” dedi. Çünkü emeklemeyi yeni öğrenen bir çocuğun kanepenin altına kaçan topunu almaya çalışırken yakın-uzak kavramını öğrendiğini kaldıramayacağı bir eşyayı kaldırmaya çalıştığında ağır-hafif kavramını anladığını açıkladı. Bu konuda vaktiyle Doruk’u çok özgür bıraktığım için kendi adıma mutlu oldum o an. Arada iyi şeyler de yapıyoruz anne olarak işte:)

Psikolog Tolga Erdoğan “hayır” kelimesini nasıl kullanacağımız konusunda da ip uçları paylaştı bizimle. Anne/babanın bedel dilinin çok önemli olduğunu, kendisine “hayır” derken beden dilinizden “evet” mesajı alan çocuğunuzun sözünüzü dinlemeyeceğini söyledi. “Doğru beden diliyle sakin bir ses tonuyla “hayır” dediğinizde” anlıyorlar diye de ekledi. 2 yaşında olmuyordu da şimdi gerçekten Doruk “hayır” larımı daha bir anlar oldu. Tolga Bey ayrıca “bağırmak öfke göstermek çocuğa kontrolü kaybettiğiniz ve “hayır” ın “evet” olabileceği hissini verir. Oysa siz sakin olunca çocuk bu konuda kararlı olduğunuzu anlar ve lafınızı dinler” dedi. Hatta burada dediği bir şey çok hoşuma gitti; “sizin bu duruşunuz çocukta hımm bu adam bu konuya kafa yormuş, düşünmüş hissi/algısı verir” dedi. Ayrıca “hayır dediğinizde ağlıyorsa ağlamasına izin verin, hayal kırıklığını yaşasın zaten bu duygu onun tanışması gereken de bir duygu” diyerek kendinin bile halen “hayır” kelimesini duyduğunda herkes gibi hayal kırıklığı yaşadığını bunu çocukların da öğrenmesi gerektiğini vurguladı. Senelerce “hayır” dediğine “evet” dersen çocuğa tutarsızlık mesajı verirsin, ağlayınca istediğini alabileceğini öğretirsin diye söylenmiş bize! Ama Tolga Erdoğan bunun aksine “bazen hayır dediğimiz şeylere sonra evet diyebiliriz” dedi ki benim içime bir su serpildi…

Son olarak ceza&ödül yöntemiyle ilgili Tolga Bey’in anlattıklarından iki nokta beni çok düşündürdü; birincisi ödül&ceza yönetiminin “iç motivasyonu” devre dışı bıraktığı, ikincisi ise ileride çocuğun başkasının istediği gibi olma eğiliminde olup, başkasının beklentisine göre şekil alarak kendi kişiliğini oluşturamayacağı gerçeğiydi.
Blogcu Anne Elif DoğanTolga Erdoğan’ın arkasından Blogcu Anne Elif Doğan (http://blogcuanne.com/) bizlerle kendi annelik tecrübelerini paylaştı. Uzun zamandır severek ve keyifle okuduğum Elif’le ilk defa tanışma imkanı bulduğum için çok mutlu oldum. Kendisi yine her zamanki gibi içten ve samimiydi. Bir de yazılarını kaçırmadan okuduğum için olsa gerek sanki çok yakın bir arkadaşım konuşuyormuş gibi geldi onu dinlerken… Çocuklarından sonra hayatta yaptığı en doğru şeyin blog yazmak olduğunu söyleyen Blogcu Anne çocukların farklı bir dünyaları olduğunu ve çocuklar belli bir yaşa geldikten sonra iki çocuğa bakmanın tek çocuktan daha kolay olduğunu dile getirdi. Bizimle çocuklarının fotoğraflarını paylaşarak o fotoğraflar üzerinden kendi kurallarının zaman zaman nasıl etkisiz kalabildiğini diğer taraftan da arabada çocukların mutlaka kendi araba koltuklarında emniyet kemerleri takılı bir şekilde oturuyor olması gibi asla yıkılmaz kurallarının da var olduğunu söyledi. Gerçekten çok keyifli bir sohbetti…

Bize böyle güzel bir gün yaşatan http://www.anneysen.com ‘un kurucu ortaklarından Aylin Hanım’a ve Pınar Hanım’a sonsuz teşekkürler… Bu eğitimlerin devamını dört gözle bekliyoruz…

“Ben Neydeydim?”

Doruk Paşa zannediyor ki biz dünyaya böyle ailecek geldik, birlikte var olduk, birlikte doğduk ve birlikte de büyüyoruz zannediyor!

Ne zaman babasıyla benim başbaşa fotoğrafımızı görse fotoğrafa dikkatlice bakıp bize dönerek “Buyda ben neydeydim?” diye sormaya başlıyor. Zira çocuk da ondan başka hayatımızın olmadığını keşfetmiş olacak ki karı koca sarılmış, iki başımıza fotoğrafımızı görünce bile tepkisi “alalala bunlar delirdi galiba, beni niye almamışlar ki, dur bir sorayım hesabını şunlara” şeklinde oluyor.

Evde bir tane elektronik çerçevemiz var. Çerçevenin içindeki fotoğraflar taa Devrim’le tanışma fotoğraflarımızdan günümüz fotolarına kadar karma bir resim sergisi kıvamında. Belki de çocuğumun kafası bu yüzden de karışıyor olabilir. Fotoğraflara bakarken bir bakıyor onu kucağımıza almışız öpüyoruz kokluyoruz ama bir kaç kare sonra annesiyle babası başbaşa!!! Eee çocuğumun da haklı olarak “acaba bu sırada ben nerdeyim yahu” diye aklına takılıyor tabii..

Geçen gün paşamız oyun oynarken gözü antrede duran elektronik çerçeveye takılıyor ve ikimizin olduğu fotoğrafı göstererek soruyor; “Anne ben buyda neydeyimm?”

Anne kişisi olarak durumu nasıl izah edeceğimi bilemiyorum çünkü o fotoğraf Doruk doğmadan önce çekilmiş, ama klasik bir cevapla başlamayı uygun buluyorum ve “Daha doğmamıştın sen o fotoğrafta anneciğim” diyorum.

Doruk: “Ben yok muydum mu anne?”

Anne kişisi: “Evet, henüz doğmamıştın, babayla biz tatile gitmiştik orada çekildi o fotoğraf” İç dünyamda ise; açıklama gereksiz uzun oldu, ne gerek vardı tatil filan çocuğun kafasını karıştırdım diye düşünürken paşamızdan cevap geliyor;

“Babaannede kalmıştım mı?”

“Siz tatildeyken ben gelmemiştim mi?”

??%&/%(/&)%) O kadar tatlı kiii!!!:) Durumu nasıl anlatacağımı bilmiyorum ama atlıyorum tabii üzerine ohh mıncık mıncık öpüyorummm… Sorunun güzelliğine bak yaa… Yok yani, çocuğum kendisinin bizden sonra doğduğunu, öncesinde babasıyla benim bir geçmişimiz olduğunu kabul etmiyor. Hani böyle yapışık üçüzler şekilde geldik dünyaya sanki…Bir çırpıda üçümüz birden yeryüzüne inmişiz gibi davranıyor haliyle…

Alıyorum kucağıma onu… O an için daha fazla bu konu üzerine konuşup kafasını iyice karıştırmak istemiyorum. Her zamanki kontrolsüz sevgi selimle gıdıdan bacaklardan dalıyorum tekrar. Bu sırada Doruk gülücükler saçarken birden ciddileşip şöyle diyor; “Anne beni bi daha bıyakmayın, beni de alın tamam mıı?”!!!!

Tuzak

Çocuğunuz bir şeyi “yapmasın” ya da bazen tam tersine “yapsın” diye bir cümle kurduğunuzda sonradan o kurduğunuz cümle dönüp dolaşıp yine sizin başınıza iş açıyor mu? Benim cevabım; HER ZAMAN EVET! İstisnasız, hiç şüphesiz, hiç tartışmasız EVET! Kesin bir şeyi yanlış yapıyorum ama bulamıyorum. Neden sürekli kendi silahımla vurulduğumu çözemiyorum.

Mesela geçen gün Doruk’a banyo yaptırıyorum. Ben Doruk’u, Doruk da arabasını yıkıyor. Sonra “Annee, arabayı köpük yapcamm” diyor ve şampuanın pompasına basıp arabasının üzerine bir parça şampuan döküyor…Hadi diyorum, şimdi çocuk özendi bir şey deme…Sonra bir kere daha aynı şeyi yapıyor… Bıraksam o gün orada sadece arabası değil bütün ev bile köpük banyosuyla yıkanabilir! “Dorukcuğum, araba çok güzel olduuuu, mis gibi de kokuyor…Hadi yeter artık di mi?” diyerek elinden şampuanı alıyorum ve ona çaktırmadan pompanın ağzını kilitliyorum. Çok zekiyim ya, aklımca Doruk pompaya bastıracak bastıracak şampuan gelmeyince de vazgeçecek. Niye hiçbir şey benim planladığım gibi olmuyor?! Aslında gidişat doğru, Doruk tam da tahmin ettiğim gibi daha fazla şampuan almak için pompaya basıyor ve şampuan gelmiyor…Bir iki deneme sonrasında bana soruyor. “Yeden gemiyo anne? Yeden şampoan çıkmııoo?” İşte asıl zekiliğim burada devreye giriyor; “Bozulmuş herhalde Dorukcuğum, bak çalışmıyor, sonra bakarız buna.” diyorum ve yeniden elinden şampuanı alıp köşeye koyarak havlusunu almak için arkamı dönüyorum. Doruk’a bir şey “bozuk” denir mi?? Sen hiç mi tanımıyorsun çocuğunu be kadın! Kapının arkasındaki havluyu almak için arkanızı döndüğünüz süreyle geri dönmeniz arasındaki süre ne kadar olabilir ki bir düşünün! Elimde havluyla döndüğümde Doruk elinde yarısı boşalmış şampuan şişesiyle “Annee baaaak, ben onu tamiy ettimmm, içinden şampuan çıkıooo aaatık anne” diyor!!! Yani sadece bir saniye içinde mi? Yani ben sadece arkamı döndüm, bu kadar mı çabuk!!! Gördüğüm manzara şu; madem şampuanın pompası bozuk o zaman benim oğlum onu “tamiy” etmek için şampuanın pompasının kapağını açmış ve tabii ki deee içinden şampuan çıkmışş!!! Çözüm odaklı bir yaklaşım tamam ama ben zaten sırf bu sahne yaşanmasın diye “bozulmuş” dememiş miydim!? Şimdi sırf ben öyle dedim diye mi yaşandı bu sahne yaniii!!!

Başka bir akşam uyku öncesi kitap okuyorum ona, hani yavaş yavaş gözleri kapanacak uyuyacak diye hayalim. Ama nerdeee…Her cümlemin arkasından “Yeden öyle demiş?”, “Yeden gitmemiş?” şeklinde sorular geldiği için uyuyacağına tam tersine iyice cin gibi oluyor sanki. “Uyuyacağı yok bu çocuğun, bari ben uykum geldi numarası yapıp yatayım da o uyusun” diye düşünüyorum ve hikayenin sonunu bağlayarak “Çok uykum geldi anneciğim, ben yatıyorum.” diyorum. Seninki alıyor kitabı eline “Annee sen şok yoyulmuşsun bugüünn, sen uyu ben sana kitap okuycam” diyor!!? Ama needen?!!! Neden sürekli kendi kurduğum cümle bana geri geliyor ve beni alt ediyor?!!

Bir Dil Bir İnsan

Çocuktan sonra insanların yaşam tarzı değişiyor değişmesine ama bu öyle böyle bir değişim değil. Hayatın her alanında yaşanan bir değişimden bahsediyorum. Hani insanın kendi iç dünyasından tutun da çiftlerin kendi aralarındaki konuşma şekillerine kadar etkisi görülen bir değişim bu…

Mesela bundan 5-6 ay önce Doruk tam da 2 yaşına yeni girmişken ilk ezberlediği şarkıyı öyle çok söylüyor ve söylettiriyordu ki artık beynime nasıl işlenmişse bir gün kendimi iş yerinde masamda oturmuş ekranda bir şeylere bakarken elimle de tempo tutar bir şekilde “Mini mini bir kuş donmuştu peeeenceeremee konmuştu, aldım onu içeriye cikkk cikkkk ciikk ötsün diyeeeee….” şarkısını yüksek sesle söylerken yakaladığım oldu!!!! Hoş, hala da oluyor… Tabii artık Doruk’un yaşı ilerledikçe repertuarı da zenginleştiği için şarkılarım da çeşitlik kazanmakta. En son ofis koridorlarında “Kuuu vakkk vakkk vakkk, kuuu vaakk vaakk vak kuyruğun neredee?!!!??%%/(-)!!” şeklinde şarkı söylerken yakaladım kendimi…Çabuk uyandım, kimse duymadı ve kimse şahit olmadı çok şükür! Ya da eşinizle aranızda şöyle bir konuşma geçebiliyor; “Babasıı, Doruk’la giderken yolda dönenleri gördük, biraz durduk onları seyrettik.” Şimdi normal bir insan şu cümleden ne anlar bilemiyorum zira bizim anne-baba olarak anlayışımız gayet net bu cümle için. Çünkü Doruk sanırım daha 16-17 aylıktı rüzgar türbini, rüzgar gülü, yel değirmeni tarzında dönen her cisimi “dönen” diye ifade ettiği için artık bizim için de onların resmi adı “DÖNEN”! Ya da eşim bana şöyle bir cümle kurduğunda neden bahsettiği gayet anlaşılır benim için; ” Ceydaaa koşş, hani Amakimada konsere gittiğimiz yer var yaa onu gösteriyor televizyondaa…” “Amakima mııı?!! O da ne kii?!!&%??!” diyemiyorum maalesef çünkü “AMAKİMA” Doruk dilinde Amerika! Bu sebeple bizim için de “Amakima” orası! Mesela geçen gün eşim bir alış-veriş merkezinde güvenlik görevlisine ” Affedersiniz, para atmalı makinalar nerede acaba?” dediği an uyanıp sorusuna ilave bir açıklama gereği hissetti sanırım ki cümleye şöyle devam etti; “ıııııı…yani şeey….hani çocuklar için para atılınca çalışan arabalar var ya…yani çocuklar için oyun alanı gibi olan yer !?!!^&&//+&%?” Çünkü Doruk bu oyun alanını “PARA ATMALI MAKİNELER” olarak kodlamış beynimize! En son sofrada duran kaseyi gösterip “Annee bu gıcıık mııı?!” dediği an karı-koca olarak başımıza gelebileceklerden korktum gerçekten. Çünkü çocuğum “CACIK” demek istiyormuş!!! Yani anlayacağınız yakında biz restorana gidip şöyle bir sipariş de verebiliriz; “Üç porsiyon köfte iki kase de “GICIK” lütfen!” Eee bir dil bir insan…

Aklımın Bir Köşesi

Aklımın bir köşesi işgal edilmiş şekilde yaşıyorum. Bir yazılım var sanki beynimin içinde ve yazılım maksimum 45 dakika sonra yine başa dönüyor. Bu 45 dakikalık süre içerisinde bir sürü şey oluyor aslında ama sonuç hep aynı. Bir kaç işlem sonra hoopp başa sarıyor yazılım…Basit bir yazılım bu, hiç karmaşık değil. Sabah gözümü açtığım anda başlıyor program işlemeye. Şöyle bir yazılım sanki beynimin içindeki; uyku halinden çıktığım saniyede “Doruk’un üstü açık mı?” ile geliyor beynime. Üstünü kapatıyorum. Sonra “Hadi o uyanmadan…” diye başlayan cümlelerimle devam ediyor; “O uyanmadan hazırlanayım”, “O uyanmadan yatağı toplayayım”, “O uyanmadan şunu kaldırayım “, vs. vs. Ofise gidiyorum; mailler, telefonlar, günaydınlar, nasılsınlar, bir iki arkadaş sohbeti sonra yine iş güç…Süre dolduu; “Doruk ne yapıyor acaba?!” Gözüm masamdaki resmine ilişiyor, evi arıyorum havadis alıyorum. Yumurtasını yemiş, portakal suyu bitmiş, beyaz peynirinden küçük bir parça bırakmış, şimdi arabalarıyla oynuyormuş. Birazdan dışarı çıkacaklarmış. Arkadan sesi geliyor bıcır bıcır…”Ohhh resetlendim”! Ve kum saati ters dönüyor yine, yeni bir 45 dakika için…Ben gün boyu böyle ilerliyorum hani biraz mehter takımı misali. Bu sebeple benim bir şeye odaklanma sürem değişmiş durumda. Eskiden bir şeye kilitlenir yapardım yapacağımı ama şimdi beynim yüz binlerce hücreye, sanki minik minik kutucuklara ayrılmış gibi hissediyorum. Her kutucukta da bir Doruk var mutlaka… İş, ev, çocuk, ailem, kendim, arkadaşlarım, yemek, temizlik, ütü, alınacaklar, verilecekler, eskimişler, yeniler…Çok mutluyum, çok seviyorum beynimdeki her bir kutucuğu, beynimin içerisindeki 45 dakikalık yazılımı, onun hikayelerini dinlemek için açtığım telefonları, aklımın bir köşesini, kalbimin bir köşesini rahat rahat fütursuzca işgal etmesini…Hepsini çok, çok seviyorum…

Normalim!

Uyuyor… Huzurluyum… Bugün sabah 07:15’ten bu saate kadar neler oldu neler bitti unutup normal insanlar gibi bir akşam geçirmeye çalışıyorum…Günün en sakin ve sessiz zamanın tadını çıkarıyorum…

Yarın Pazartesi ya, ben işe gideyim valla, ben işe gideyim gerekirse de sabaha kadar çalışayım inanın daha kolay! Yok pazartesi sendromuymuş, yok yarın iş varmış… Çok değil bir çocuğun olsun, oh mis ilaç gibi geliyor bütün bu sendromlara. Sendrom mendrom kalmıyor. Ofise koşa koşa gidiyorsun hatta çalışıp bir de üzerine dinlenmiş hissediyorsun kendini! Ofiste kimse benim sabrımın sınırlarını test etmiyor, ya da bir kamera şakasının içinde olduğum hissiyatıyla sağa sola bakınmak suretiyle olaya son vermek için kamera arattırmıyor, bir dakika önce “evet” dediğine bir milisaniye içerisinde tam da sen evet dediği o şeyi yapmak üzereyken çığlıklar atıp kendini yerlere atıp ağlarak sanki evet dediği şey hayırmış gibi ağlamıyor! İşte yazarken bile ne kadar zor… Yok canım çıldırmadım, hala normalim…Ben de eşim de hala normaliz…

Sabah yumurtayı çiğ yiyeceğim diye tutturuyor bir fasıl! (Yazarken çok kolay oldu bunu böyle basitçe bir cümlede ifade etmek bu sebeple okuduğunuz gibi bir tutturma olmadığını belirtmeden geçmek istemiyorum….) Kendini yerden yere atıyor, hani sanki siniri başka şeye de yumurtadan çıkarıyor hırsını… “İyi” diyorum. “Gel al, çiğ ye oğlum yumurtayı” Es kaza yerse de sesi güzel olur diye rahatlatıyorum kendimi…Bu arada yumurtayı bir kaseye kırıyorum. Aman sen misin bunu yapan meğersem beyefendi kendisi kıracakmış! Yine yerlerde!!! Babamız yetişiyor imdadımıza, bizimkinin aklı karışıyor…Komiklikler, bıdı bıdı derken susuyor…Bu arada ona laf yetiştirirken haşlanması için çaktırmadan suya koyduğum yumurtayı yine çaktırmadan yumurtalığa yerleştiriyorum. Bir de yumurtayı sevimli kılacağız ya haşlanmış yumurtaya keçeli kalemle göz, kaş, ağız yapıyoruz tam bu sırada yine bir ağlama krizi baş gösteriyor. Meğersem o yapacakmış! Niye ben yapmışmışım!!! SABIR SABIR YAA SABIRR! Yumurtayı ters çeviriyorum, temiz kısmı geliyor. Neyse ikna oluyor; kaş göz yapıyor kendince sonra da ” Annee baaaakkkk” diye sanat eserini gösteriyor. Hayır bir de sevimli kereta. Kızdığın şeyi bir dakika sonra unutturuyor…Yumurtayı allayıp pulluyoruz ama yemiyor çünkü o hengamenin içerisinde yumurtasını kaçırmışım tabii, rafadan yapamamışım, beğenmiyor…Kahvaltı faslı sonrasında kendime pazardan bir gün çalayım da kuaföre gideyim istiyorum ama ne mümkün! Küçük Bey izin vermiyor; “Anne gitmesinnn!!! Anneee Gitmeeee!!!!” Yine yerlerde… Arkamdan ağlarken evi terk etmek istemediğim için ikna yolunda ısrarcıyım ama kendimi SABIR çekerken buluyorum yine… Bir ara ikna ışığı görünce ben vınnnn koşuyorum kuaföre…Saçlarımı kestiriyorum, ojeler sürdürüyorum, fönler çektiriyorum ohh çok keyifliyim…Eve geliyorum ev savaş alanına dönmüş. Her yer her yerde. Babamızın sinir sınırı “doruk” yapmış, o da SABIR çekiyor. Bu arada dışarı çıkmamız gerekiyor. Aceleyle evi toparlıyoruz. Üstünü değiştirmemiz lazım hayır giyinmiyor! “Tamam gitmeyelim o zaman” diyoruz; “Gideceeeeemmm!!!!” diye ağlıyor bu sefer de. Tam kazağını giydiriyorum ben bunu sevmedimler başlıyor; “Çıkar anneee kazağı çıkarrr çıkarrrrr rahat diill buuuu…” Çıkarıyorum, başka bir şey giydiriyorum…Etiketi varmış onun; “Kessss kessss etiketini kes anneee!!!” Etiket kesiliyor bu sırada koltuğun üzerinde duran battaniyenin etiketine gözü takılıyor; “Anneee bunu da kesss kesss kesss anneee” battaniyenin de etiketini keserken buluyorum kendimi!!?/%&& “Oh şimdi sıra pantolonda” diye düşünüyorum. İyi tarafından bakıp “Neyse canım, %50’si giyinik şu an.” diye geçiriyorum içimden…

Yoldayız….Arabadayız, çok yorgunuz. Bizim konuşacak halimiz yok ama başlıyor minik adam; ” Baba, babaacığımmmm” diyor sanki bir dakika önceki canavar o değimiş gibi “Arabayı durdurunca kucaaağına otuuucam, ben kullancaaam” Babası şimdi değil ama eve dönüş sonrası için söz veriyor ona. Neyse gideceğimiz yere gidiyoruz oradan kalkıyoruz sonra bir alış veriş merkezine gidelim diyoruz; alacaklarımız var. Tam otoparka girmek üzereyken Doruk’un uyuduğunu fark ediyoruz. Sanki biri düğmesine basmış gibi…Bir saniye önce gözü açık değil miydi bu çocuğun! Otoparka girmekten vazgeçiyoruz. Geri geri ilerlerken otoparktaki görevlinin dumur yüzünü görüyoruz! Güvenlik görevlisi şaşkın; arabayı kontrol etmiş, biz içeri gireceğiz diye beklerken geri gidiyoruz! “Çocuk uyudu da vazgeçtik bu yüzden” diye açıklıyoruz durumu…Yüzümüzde dünyanın en sevimli ifadesi….Eve dönüyoruz…Uyku sırasında evde her şey normal, eşimle yemek yiyoruz muhabbet ediyoruz. Tabii çok değil 1,5 saat sonra uyanıyorr!!!! Uyandığı gibi ilk sözü “Söz veeemiştin babaaa hani ayaba kullanacaktım” olur mu bir çocuğun!!! Fil hafızası mı var bu çoçuklarda!!! Adamcağız üzerini giyiniyor söz vermişiz ya bir kere…Yine aynı kareler başlıyor. Sırasıyla; Üzerimi giymeyeceğim!!!! Beremi takmayacağım!!! Dışarı çıkmayacağım!!! Hayır çıkacağımm!!! Üstünü giyiniyor bu sefer “Anne de gelsinn!!!!” başlıyor. Babamızın sabrına hayran kalıyorum. Üşenmeden anlatıyor ona, açıklıyor; ” Dorukcuğum, anne evde kalsın bize balkondan el sallasın, biz gelince anneye anlatalım nasıl araba kullandığını tamam mı babacığım…” Yok seninki yerlerde…Neyse bir şekilde çıkıyorlar dışarı…Ev sessiz…Hoş fazla uzun sürmüyor, 10 dakika sonra geri geliyorlar. Dönmek istemiş ama daha apartmana girerken gitmeyelim diye ağlamaya başlamış!!! Evde çılgınca ağlayan bir çocuk. Dışarı çıkacağım diye yırtınıyor…Bu çocuğa kesin bir şey oldu bugün, normal değil bu davranışları diye düşünüyorum…Tamam “2 Yaş Sendromu” diye bir şey var biliyorum da çok abartı bugün. Tutturur ama böyle ağlamaz her şeye bu yüzden biz de biraz alttan alıyoruz. Babamız yine sabırlı “Tamam peki ağlama hadi geri dönelim” diyor zannediyoruz ki susacak gidecekler; Haaayır annem de gelsinnn başlıyor yine!!! “Tamam ben de geleyim” diyorum, pes ediyorum…İkimiz de tükenmişiz. Kotumu giyiyorum…Doruk ağlamaktan içini çekiyor, konuşamıyor, yüzü kıpkırmızı….”Hadi hazırım” gidelim diyorum. “HAYIRRRRR babam götürecek !!!” diye ağlıyor şimdi de!!! İşte bu sahne bizim koptuğumuz an oluyor… Ben kamera arıyorum evin içerisinde…Hayır hemen el sallayayım da bitsin bu işkence…Kamera yok! Şaka filan değil! Hepsi gerçek bunların! Ama olsun biz hala normaliz!

Kadın Dediğin

3 günlük hafta sonu tatilimiz sırasında kaldığımız otelde 8 aylık, hadi bilemedin 10 aylık bebeğiyle bir kadın gözüme takılıyor. Bayan olukça hoş, zarif, sade ama bakımlı. Üzerine bir o kadar da zayıf! İçimden “daha doğum yapalı maksimum 10 ay olmuş, kadın kendini hiç bırakmamış valla helal olsun manken gibi” diye geçiriyorum. Aynı gün kadını kucağındaki bebek artı elinden tuttuğu 2- 2,5 yaşlarında başka bir çocukla daha görüyorum…”Hımmm demek ki kadının 2 tane çocuğu varmış; o zaman ekstra helal olsun diye” bayanı iç dünyamda taktir edip başka bir yere koyuyorum. Neyse akşam oluyor, yemek vakti; tabağımı doldurmuşum, mutlu mutlu masamıza doğru ilerliyorum. Ne de olsa bütün gün kayak kaymışım, çok enerji sarfetmişim. Eee bu yemek de benim hakımmış… Bu sırada gözüm boy boy 4 tane çocuğun olduğu yuvarlak büyük masaya ilişiyor. “Vay be 4 çocuk…” diye düşünürken o 4 çocuğun yani hepsinin birden bu benim yakın takibe aldığım bayanın olduğunu farkediyorum ki bu benim olayı taktir etme aşamasından, saygı duyma ve hatta daha ileri giderek gıpta etme boyutuna çıkarıyor. Farkındayım “gıpta” dedim zira hiçççç kıskanmıyorum!!! Bende moral sıfır! Kadından 4 tane birbirinden güzel çocuk çıkmış ama kadın hala manken ötesi ve gerçekten de çok hoş diye düşünüp hala içten içe gıpta ediyorum. Kıskanmak mı? Yok canım ne alakası var sadece gıpta (!) ediyorum ben. Beyaz teni, kumral saçları, vücut yapısı ve inceliği ile Rusları anımsatıyor bana. Kendimi rahatlatacağım ya “kesin o Rustur, Rus” diye geçiriyorum içimden. Kadının 4 çocuk sahibi olduğu halde formda olmasına moralim bozuluyor bozulmasına ama Allahıma bin şükür ki tabağımdaki yemeği de yarım bırakmıyorum! Neyse ki kadının Rus olduğuna kendimi oldukça inandırdığım için içten içe rahatlamış haldeyim. “Ne yapayım canım, genlerimize de müdahale edemem ya alalala” diyorum. Ohh bana bir iç huzur, bir iç rahatlık… Ertesi gün odamıza çıkmak için asansör beklerken kadın yanımdan konuşarak geçiyor. Elinde en küçük bebeğiyle yanındakilere bir şeyler diyor; TÜRKÇE!!! Kulaklarıma Türkçe cümleler çalınıyor ama hiç konduramıyorum, baksanız gerçekten bu kadın Rus olmalı derseniz. Aksan filan da yok. Bildiğiniz Türkçe konuşuyor! Al sana bir yıkım daha! Demek ki neymiş diyorum; kadın dediğin 4 tane çocuk da yapar, manken gibi formda da olur, güzel de görünür, bakımlı da olur, üzerine o 4 çocuğunu alır tatile de çıkar… Akşam yatarken aklıma takılıyor yine, düşünüyorum; “Yok yok….Kesin anneannesi ya da baba tarafından birileri filan Rustur canım Rus…”